“Gök yüzünün başka rengi de varmış. Geç öğrendim taşın sert olduğunu. Su insanı boğar, ateş yakarmış. Her doğan günün bir dert olduğunu İnsan bu yaşa gelince anlarmış.” ……………………………………. Otuz Beş Yaş başlıklı şiirinde böyle söylüyor Cahit Sıtkı TARANCI, çocukluk, gençlik yıllarını ayakları biraz yerden kesik, aklı biraz havada, kendi sınırlarının biraz dışında yaşamaya çalıştığı için
Türk dilinin ve Türk şiirinin en büyük ustalarından Yunus Emre, yalnız, güçsüz, korunmasız insanların yürek yakan hallerini şu dizeleriyle anlatır: “Bir garip ölmüş diyeler Üç günden sonra duyalar Soğuk su ile yuyalar Şöyle garip bencileyin.” Yunus Emre’nin günümüzden sekiz yüz yıl önce yakındığı gariplik, kimsesizlik, önemsenmezlik, istenmezlik günümüzde de öyle yaygın ki … Çevremize dikkatlice
“Keşke öyle demeseydim, öyle yapmasaydım…” ya da “Şimdiki aklım olsaydı…” gibi sözlerle anlatılan pişmanlık duygularını yaşamayan var mı aramızda? Yukarıdaki soruyu dürüstçe yanıtlayacak olursak pek çoğumuz pişmanlık duygusunu zaman zaman yaşadığımızı itiraf etmek durumunda kalırız. Peki, sonrasında pişmanlık duyacağımız davranışlarda bulunmamızın, sonradan pişman olacağımız sözleri söylememizin sebebi nedir? Çok aç, çok susuz, çok yorgun, çok
İnsanların yarısı açlıktan, yarısı sevgisizlikten ölür diyor bir ruhbilimci. Çevremize dikkatlice baktığımızda bunu kolayca görebiliyoruz. Kalabalıkların ortasında ne çok insan var ki bir günaydın, nasılsın diyenleri, yüzlerine içtenlikle gülümseyenleri yok. Ne aile bireyleri farkında onların ne aynı okulda birlikte bulundukları öğretmen ve öğrenciler ne aynı masada çay içtikleri kahvehane müşterileri ne aynı atölyede birlikte çalıştıkları
AĞLAMAK NEYE YARAR ? Bir şarkı sözü değil bu yazının başlığı, düpedüz kendimize yöneltmemiz gereken bir soru! Çünkü başımız derde girdiğinde, bir sorunla ya da sorumsuzlukla karşılaştığımızda ilk tepkimiz yakınmak, sızlanmak, hatta ağlamak oluyor. Elbet hüngür hüngür ağlamak değil yaptığımız, ama sıkıntımızı, sorunumuzu çevremizdekilere öyle bir çaresizlik görüntüsü vererek anlatırız ki bizi dinleyenler dinlediklerine pişman
Korona insanlığa baş belası kesildikten bu yana üç milyonu aşkın kişiyi aramızdan çekip aldı. Cinsiyet, milliyet, yaş, baş, dil, din, ırk, sınıf, varsıllık, yoksulluk, okumuşluk, cehalet… gibi hiç bir ayrım yapmadan önüne çıkanın ciğerine yapıştı. Yer yüzündeki bütün dillerde dualar ederek, milyarlarca mü’minin yakarışlarına prim vermeden, kara tırpanını savura savura dolaşıp duruyor dünyayı. Öyle görünüyor
Biz ne kadar da şanslıyız, sevgili insanlar! İçinde bulunduğumuz ortam ve koşullar günlük yaşamımızı güçleştirse de bir çok başka insanla görüşüp konuşabiliriz. Onlarla iletişimde, paylaşımda bulunmak bize öyle çok da yalnız olmadığımızı, benzer sıkıntılar içinde bulunduğumuzu, sorunlarımızın pek de çözümsüz olmadığını, çözümler aramada bilgi ve deneyimli insanlardan yararlanabileceğimizi anlarız. Bu, bizi hayli rahatlatır. Böyle bir
SEVGİSİZLİK: İNSANLIK SUÇU ! Psikologlar, psikiyatristler pek çok sonrunlu insanı incelemiş, araştırmalar yapmış, sonuç olarak psikopatinin temelinde sevgisizlik, ilgisizlik, itilip kakılmışlık, aşağılanmışlık, görmezden gelinmişlik, yok sayılmışlık, taciz ve tecavüze uğramışlık gibi, insanların daha çok küçük yaşlarda uğradıkları olumsuzluklardan kaynaklandığını saptamışlardır. Söz konusu araştırmalar göstermiştir ki, insan, daha dünyaya geldiği andan itibaren annesinin, ebesinin, ninesinin ve
İNSANLAŞMANIN YOLU: EMPATİ Kocapınar Notlarım EMPATİ kavramını kısaca canlıların beden dillerini anlamak olarak tanımlayabiliriz. İnsanı insanlaştıran empati yeteniğini esasen çevremizdeki kimi hayvan türlerinde de görebiliriz. Örneğin bir kuş yuvasındaki yavrulara saldırmaya kalkışan bir yılan ya da bir yırtıcı olursa çevredeki anne ve baba kuşlardan başka aynı türden bir çok kuş da çığlıklar atarak, pike uçuşları
GÜNEŞ YÜZLÜ İNSANLAR Dünya güzel… Dünya insanlarla güzel; ama dünya güzel insanlarla güzel. Açıktır ki ; güzellik yarışmalarında seçilmiş dünya güzellerinden, dünya yakışıklarından söz etmiyoruz. Öyle olsaydı insanın güzelliği, yakışıklılığı çok kısa ömürlü olurdu. Sözünü ettiğimiz güzellik insanın gençliğinin birkaç yılıyla sınırlı değil. O, yaşla sınırlı olan, geçici olan, buruşup, kırışıp kaybolan değil, her yaşla