PEHLİVAAAN, PEHLİVAN…

 

“Pehlivaaan, pehlivan;”

“Alta düştüm diye yerinme, üste çıktım diye sevinme…”

Cazgırın  bu uyarıcı sözleriyle başlayan güreş, sonucu önceden bilinemeyen, kıran kırana bir boğuşmadır bir yarıştır. Çünkü tüm güreşçiler o  anda başlayacak güreş için kendilerini günler, haftalar, hatta aylar yıllar boyunca çalışıp hazırlamış, tüm olanaklarını kullanarak,  kendileri  gibi hırsla hazırlanıp gelen rakipleriyle güreşe tutuşacak, ya hayal ettikleri sonuca ulaşacak ya da rakiplerinin beklenmedik oyunlarıyla ansızın tuş olup yenik düşeceklerdir.

Yenilen güreşçilerle yandaşları olan seyircileri o anda derin bir üzüntüye,  yenen güreşçi ve yandaşları ise kendilerini baş döndürücü bir  sevinç rüzgarına kaptıracaklardır.  Ne var ki taraftar seyircilerin sevinçleri de kederleri de birkaç dakika içinde sönüp giderken güreşçiler orada, o anda başlayan  acı ya da havalandırıcı duyguyu en az bir yıl içlerinde  taşıyacaklardır…

Bunda şaşacak bir şey yok; “Çünkü senin derdin senin derdin, benim derdim benim derdimdir.” “El elin eşeğini  ıslık çalarak arar v.s. .”  örneğindeki gibi. Taraftarlığı üstlenmiş kimseler için desteklenecek pehlivan kıtlığı mı var? Oysa yenilmiş kişinin  yeri ne onun kederini üstlenecek başka  kişi yok!

Meydandaki ya da minderdeki güreşçiler gibi biz  seyirciler de güreşçiyiz aslında,  ama bizim güreşimiz öyle minderlerde, çayırlarda değil, içimizde, beynimizde, hayatımızdadır.

Başkalarınca sürüklendiğimiz tütün, alkol, kumar, zaman harcayıcı oyunlar ve benzeri kötü alışkanlıklarımız, başkalarının mallarını bizimmiş gibi kullanmaya kalkışmamız,  dedikodu yayımcılığıyla  çevremizdeki iyi, çalışkan, kültürlü, çok okuyan, iyi dinleyici,  vaktini ve enerjisini hiç israf etmeksizin en verimli ve yararlı kullanan insanları toplumun gözünde küçülterek kendimize zirvelerde yer açma çabalarımız gibi alçaltıcı eğilimlerimiz, bizim iç dünyamızda  taht  kurmuş rakiplerimizdir. İçimizdeki en büyük rakiplerimizden biri de bizim yerimize vekaleten başkalarını  dövüştürüp  bizi kurtarması beklentisidir.

İç dünyamızdaki güreşte görevli hakemler, davulcular da  yok,  uyarıcı cazgıralar da.  Uyulması  beklenen kurallar da yok.  Bizi uyarmaya kalkışanlara karşı, “Alışmışım, yapamıyorum, bırakamıyorum, vaz geçemiyorum, büyüklerimiz de böyle  yapardı,  buna benim gücüm yetmez.”  demek  gibi aptalca sığınakların ardına saklanıyoruz.  Bu sığınakların ardına saklanmaksa bizim sırtımızı yaşamımız boyunca yere yapıştırır, bizi bencil nefsimize  yenik tutar, kendi zaaflarımızın esiri eder.

Hiç de hoş bir durum değildir bu. Acınasıdır. Bu durumdan kurtuluşumuzu sağlayacak hiç bir şey, hiç bir kimse yok karşımızda, çevremizde. Şu evrende bizi  kendi  kötülüğümüzden kurtarabilecek tek güç yine kendimiziz. Bu zayıflıklarımızı görüp bizi uyarmaya çalışan iyi insanlardan gelen uyarıları teşekkürlerle karşılamak yerine o insanlara karşı düşmanca tepki göstermek de başka bir kötü  alışkanlığımız.

Evet sevgili insanlar, kendimize, daha doğrusu benliğimizi doğuştan  önce işgal etmiş BENCİLLİĞİMİZE KARŞI MÜCADELEMİZİ KAZANABİLMEK, yani kendimizle yaptığımız bu amansız güreşte başarılı olabilmek için her türlü insani ilişkide kendimizle birlikte tüm insanlığın, tüm canlılığın, tüm varlıkların yararını gözetmek gerekmektedir.

Buna galiba ERDEM deniliyor.

Yaşamımız boyunca EN BAŞ PEHLİVAN olabilmenin tek yolu kendimizi, yani bencilliğimizi  yenebilmektir. Bunu elbet başarabiliriz.  Ne var ki, bu, insanın en yüksek makamı sayılacak kadar yüksek, kalabalık bir sofrada meyve  tabağındaki en göz alıcı  meyveye el uzatmayacak kadar kontrollü davranmayı gerektiren bir güçtür. Anne ve babalarını yitirmiş insanların miras kavgalarına tanık olanların ne demek istediğimi daha iyi anlayacaklarını sanıyorum…

Herkesin EN BAŞ PEHLİVAN OLABİLMESİ DİLEĞİYLE  SEVGİLER, SAYGILAR sunuyorum.

2 EKİM 2025, Remzi KISA. Kocapınar –  Gönen

Bir Yorum Yaz

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir