UNUTMAK İSTEDİĞİM İŞKENCELER -2-

 

 

UNUTMAK İSTEDİĞİM İŞKENCELER    -2-

“Sana soran var mı.?”

” Ben sayın komutanımın sorusuna cevap vermeye çalışıyorum.”

“Saygıdeğer komutanım, değerli arkadaşlarımın sorunuzu neden cevaplandırmadıklarını bilmiyorum.  Ben de susarsam, burada olup bitenlerin makamınıza ulaşamayacağı endişesindeyim Bu nedenle hem kişisel olarak yaşadıklarımı hem de yaşadıklarım ve gördüklerimden kaynaklanan kaygılarımı, düşüncelerimi söylemeyi insanlık ve yurttaşlık görevim sayıyorum.

“Ben ki bu grupta en az işkence gören kişiyim. Nedeni ihbar listesinde adımın bulunmayışıdır. Sorgulayıcı memur bunu bildikleri için işin başında her iki elime ve koluma ellişer kızılcık sopası vurduktan sonra:  ” Okulunuzun duvarlarındaki sloganları senin yazmadığını biliyoruz çünkü ihbar listesinde adın yok. İki yıldır aynı yerde yatılı okuduğunuza göre birbirinizi tanırsınız ve o sloganları kimin yazmış olabileceğini biliyorsunuz demektir. Haydi onlardan birkaçının adını söyle de işimiz bitiversin.” dedi.

” Saygıdeğer komutanım, kendi ölçülerimle çok iyi öğretmenlerimden çok değerli dersler aldım. Bu derslerden biri de kendi yararıma da olsa yalan söylememek ve kimseye iftira atmamaktır. Böyle davranmak benim kişilik özelliğimdir. Yediğim kızılcık sopalarının ağrısı kısa sürede geçecektir. Oysa kendimi kurtarmak için başkalarını böyle bir işkenceye göndermek benim kişiliğime ve erdem anlayışıma aykırıdır. Sayın sorgucular. işte bu   nedenle bu istediğinizi yapmayacağım. ” dedim ve ellerimi açıp kollarımı uzatarak :   “Şimdi buyurun devam edin lütfen” diye ekledim.”

Bunları anlattığım için sorguculardan şikayetçi olduğum sanılmasın lütfen. Ben, tavırlarından onların sadist varlıklar olmadıklarını, başka bir geçim kaynakları bulunmadığından bu işe sadece geçim derdiyle katlandıklarını anladım.”

“Sorgulamalarda, çoğu kez hem sorgulanan hem sorgulayan işkence çekiyor.“  Bunun sorumlusu   sorgu sürecinin başındakilerdir. Çünkü bu işin başındakiler suç konusunu oluşturan el yazılarının  kimler tarafından yazıldığını araştıran bir bilimsel yöntemin varlığını bilselerdi, hiç kuşku   yok , suçlular hem çok kolay hem ve çabuk bulunur  hem de   çok ucuza mal olabilirdi., Öte yandan, şiddet yönteminin kurbanı olan birçok   genç insanımız yaşadıkları kötü muamelenin günahını ve ayıbını devletin defterine yazmazdı.”

“Saygıdeğer Komutanım   suç oluşturan   elle yazılmış yazıların kimler tarafından yazıldığını inceleyen bilim, malumunuz olduğu üzere epigrafidir. Olayın araştırma ve soruşturmasını yapan emniyet görevlileri okulumuzun duvarlarındaki siyasi sloganların fotoğraflarını ve olayın şüphelilerinin yazı örneklerini alıp epigrafi uzmanlarına inceletmeyi düşünselerdi hem işkenceyle suç kabul ve iftira ettirmek gibi   bir insanlık suçu işlenmez, hem de burada ve pek çok yerde pek çok gencimizin   falakalarla, işkencelerle zedelenen onurlu kişiliklerinin ve yurtseverlik duygularının onarılması gibi çok zor görevler üretilmezdi.”

“Ben, aşağılamalar, onur kırıcı işlemler, işkenceler ve benzeri olan pek çok insanlık dışı uygulamalarla ülkemizin, ulusumuzun bölünmesine çalışıldığına inanıyorum. Bunları söylemeyi kendim için hem bir yurttaşlık hem de insanlık görevi bildim. Beni dinlemek lütfunda bulunduğunuz için minnet ve saygılarımı sunuyorum.”

Ruhsal perişanlıktan mı, nedenini bilemeyeceğimiz telaş ve korkulardan mı bilinmez, zangır zangır titreyen Emniyet Müdür Yardımcısı gözleriyle beni adeta kurşuna diziyordu.

General   ona dönüp sordu: “Bu kişinin söylediklerini yapmayı düşünemediniz mi  Müdür?

Müdür Yardımcısının gıkı çıkmadı; kem küm bile edemedi. Öylece susup kaldı.

General öfkeli bir eda ile “Kaligrafi incelemesini hemen yaptırın ve bu çocukları serbest bırakın!” diyerek çıktı, gitti.

O gün gerekli işlemler   yapıldı. Yazı incelemeleri ertesi sabah bitti ve serbest bırakıldık.  “

“Daha sonra özel bir araştırmayla, soruşturma konusu sloganın bir kız meselesi sonunda dövüşen iki gencin   gönül çıkmazından   kaynaklanan bir öç alma girişiminin ürünü olduğu ve yapanın yanına kar kaldığı anlaşıldı.

Benim ve arkadaşlarımın 1971 Haziran ayı başlarında yaşadığımız dört günlük kızılcık sopası macerası, aynı günlerde aynı mekanda aylarca tutulan ve tuvalete ancak polis kucağında taşınan İlkay DEMİR ve eşi Necmi DEMİR’in, TKP’li olduğu iddiasıyla   tutuklanan arkadaşlarım İsmail SOMUNCU, Burhanettin ÇETİNKAYA, Mehmet KURNAZ , TÖB DER üyesi  öğretmen İlhami ŞEN’in ve adlarını şu anda anımsayamadığım bir yığın kardeşime  sorguları sırasında uygulanan işkencelerle ve Anarşist eylemlerde bulunduğu iddiasıyla Diyarbakır  Ceza   Evi’nde uygulanan işkencelerle  öldü sanılarak morga kaldırılıp ölümü nüfus kaydına işlenen, bu arada soğuktan kendine gelerek morgdaki soğutma sisteminin kuytuda kalan altına sığınıp ölümden kurtulan öğretmen Şükrü TOSUN ile daha pek çok kişinin yaşadıkları işkenceler yanında işkencenin “İ” si bile sayılamayacak  olan benim yaşadıklarım elbet unutulmayacak  şeyler değildir.

Nitekim, Saraçhane’de eyleme katıldıkları için gözaltına alına ve tutukevlerinde işkence yapıldığı iddialarının hatırlatmasıyla anımsamam üzerine yazma gereğini duydum. Bir ay kadar önce size reva görülen kötü muameleler elbet hoş görülecek şeyler değildir. Ama  lütfen unutmayın ki size çektirilen acılar   kısa sürede yok olacak fizik – biyolojik şeylerdir. Onur kırıcı özellikleri yoktur. Bunları yaşamaktan dolayı sizi utandıracak bir neden yoktur. Siz ki  bir çok kişinin henüz göze alamadıkları bir düzeye ulaşmış, insanların demokratik haklarının gaspına karşı çıkma eylemlerine katılmışsınız. Ne mutlu.  Kutlanmayı hak eden gençlersiniz.

Sağ olun, var olun, örnek olun!…

 

1 Mayıs 2025

REMZİ KISA -Bandırma

Bir Yorum Yaz

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir