Ülkelerin yönetilmesinde yönetenlerin duygu ve amaçları ile zeka düzeyleri ve akıl sağlıkları tarih boyunca çok belirleyici olmuştur. Öyle ki, insanların toplumsal yaşamları daha çekirdek ve büyük ailelerin ortaya çıkışıyla yönetim sorunları doğmuş ve aile bireyleri arasında yöneten – yönetilen ilişkileri genellikle güçlünün gücünden doğan otoritsiyle şekillenmiştir. Bu sosyal olgu, yaşanan coğrafi ortamların sunduğu olanaklardan
AH BU ÇIĞLIKLAR, SESSİZ ÇIĞLIKLAR! İnsanların yarısı açlıktan, yarısı sevgisizlikten ölür diyor bir ruhbilimci. Çevremize dikkatlice baktığımızda bunu kolayca görebiliyoruz. Kalabalıkların ortasında ne çok insan var ki bir günaydın, nasılsın diyenleri, yüzlerine içtenlikle gülümseyenleri yok. Ne aile bireyleri farkında onların ne aynı okulda birlikte bulundukları öğretmen ve öğrenciler ne aynı masada çay içtikleri kahvehane
AĞLAMAK NEYE YARAR ? Bir şarkı sözü değil bu yazının başlığı, düpedüz kendimize yöneltmemiz gereken bir soru! Çünkü başımız derde girdiğinde, bir sorunla ya da sorumsuzlukla karşılaştığımızda ilk tepkimiz yakınmak, sızlanmak, hatta ağlamak oluyor. Elbet hüngür hüngür ağlamak değil yaptığımız, ama sıkıntımızı, sorunumuzu çevremizdekilere öyle bir çaresizlik görüntüsü vererek anlatırız ki bizi dinleyenler dinlediklerine
Çok bilinen öyküdür: Vaktiyle çobanın biri durup dururken “Yetişin köylüler, sürüye kurt saldırdı!” diye bağırmış, köylü silahlanıp yardıma koşunca çoban gülerek şaka yaptığını söylemiş. Bu şakasını birkaç gün arayla birkaç kez tekrarlayıp aklı sıra halkı işletince kendisine duyulan güven usul usul tükenmiş. Derken bir gün sürüye gerçekten kurt saldırınca Yalancı Çoban, “Yetişin köylüler, sürüye kurt
Şu insan denilen varlık, bir alem! Hiç bir konuda yetinmek nedir, bilmiyor. Hep daha çok, daha çok edinmek, daha çok bilmek… istiyor. Peki, herkes mi böyle? Yok canım, insanların çoğu bilme isteklerini ilk çocukluk çağlarında zır cahil büyüklerinin önlerine koydukları ezberlerle, engellerle tümden yitiriyorlar. Böylece sureta insan olarak kalanlar, önlerine konulan engelleri aşmaya çalışmak yerine,
Bir zamanlar çok söylenen, çok dinlenen, çok sevilen bir şarkısı vardı Sayın Mazhar ALANSON’un, “ Peki peki anladık!” diye başlayan. Sözleri şöyleydi: “ Peki peki anladık / Her şeyden sen anlarsın / Her şeyi sen bilirsin / En güzel grubu sen kurdun / En güzel ritmi sen buldun / En iyi dalgıç sensin / En
“Sayın” sözcüğü, dilimizin en güzel sözcüklerinden biridir. Bir kişinin adından önce kullandığımız bu sözcük, adı geçenin saygıya değer olduğundan, yani dürüst, özü sözü bir olduğundan, bireylere ve topluma zarar verme eğiliminin bulunmadığından, insanlığın tüm olumlu niteliklerine sahip olduğundan… kısacası erdemli olduğundan emin bulunduğumuzu ifade eder. Bu nedenle, yalnızca gerçekten saygı değer kimseler için kullanmamız gereken
Bilindiği üzere, dilimizde ülke adları, ulus adlarına -İYE ya da –İSTAN ekleri ulanarak türetilir: Türk + iye = Türkiye, Yunan + istan = Yunanistan gibi… Samistan da böyle bir şey: Sam + istan = Samistan . Samların ülkesi yani! Samlar kim mi? E, pes yani, nasıl bilmezsiniz! Altmış yıldan beri ruh gibi ahbabımız, dostumuz, akıl
Sadık ATANMIŞ Beyefendi pek mutluydu birkaç gün öncesine dek. Ağzı kulaklarındaydı sevincinden. Nasıl sevinmesindi ki? Bir punduna getirip çok sayın genel başkanıyla Meclis girişinde karşılaşmış, başkanın lütfuyla iki saniyeliğine göz göze gelmişti. Kendisi belini kırıp yerlere kadar eğilmiş, arz-ı hürmet etmiş, o mübarek zat da hafifçe tebessüm eder gibi olmuştu. Sadık Bey bu fırsatı değerlendirip
“Görmemişin oğlu olmuş, tutmuş şeyini koparmış.” dediğiniz oldu mu hiç? Ya da “Sonradan görme, gavurdan dönme!” ya da buna benzer sözler söyleyerek rahatlama gereğini duydunuz mu? Gecesini gündüzüne katarak kendini geliştiren insanlar yaşama savaşında pişmiş, bulundukları noktaya gerçekten alınlarının teriyle tırmanmış olmanın kazandırdığı olgunluk ve alçak gönüllülükleriyle fethederler gönüllerimizi. Böyle insanlarla aynı ortamlarda bulunmaktan huzur